Hatırladığım kadarıyla Kasım ayının 13’üydü. Fall breakteydik. Memleketteydim ve dayımlarda kalıyordum. Bir gün Avanos’a ata binmeye gitmeye karar verdim. Dayım beni götürmeyi teklif etti, beraber anneannemin evine binicilik eşyalarımı almaya gittik. Anneannem kapıyı açtı selamlaştık falan, ata binmeye gideceğimizi, Üzüm’ü ne kadar özlediğimi anlatmaya başladım. Bana donuk donuk bakıp dedi ki “Hayır gitmiyorsunuz. Annenin eve gidiyoruz.” Baktım. Anlamadım. Anneannem asla bana karışan birisi değildir. “Neden?” dedim. Dayım “Gidiyoruz işte uzatma Elif” dedi. Kaşlarımı çattım. Bir şey olmuştu ama nasıl anlayayım değil mi ama? Elimde çok az veri vardı. Üzüm’ü görmemden daha önemliydi ve aileviydi.
“Deden ölmüş kızım yürü hadi” dedi anneannem sabırsızca. Kalakaldım.
Dayımdan bir sigara isteyip balkona çıktım.
Biliyordum öleceğini. Nerdeyse 10 yıldır yoktu zaten. Alzeihmer hastasıydı. Bekliyorduk zaten. (Her düşündüğümde bir sigara yakarım mezardaki dedelerimi – ikisi de teknik olarak sigara yüzünden öldü diyebilirim) Ama elimdeki son dedeyi kaybetmek birazcık koydu diyebilirim. Pek fazla ağlamadım. Şimdi ne olacak diye düşünüyordum. Sessizce toparlandım. Annemlere geçtik. Kapıdan içeri girmem yasaktı. Güldüm istemsizce.
Anneme baktım, ona sarılınca ağlayabildim sonunda. Oğuz geldi içeriden. “Neden ağlıyorsun?” gibi saçma bir soru sordu. Sarıldı, öptü. Oğuz sayesinde sakinleştim, sonra o bilgisayar oynamaya geri döndü. BİLGİSAYAR OYNAMAYA!
Annemle yalnız kaldığımız ilk an bu sakinliğin sebebini sordum. “Sen yokken olgunlaştı” dedi. (TANRIM DAHA İKİ AY OLMUŞTU EVDEN AYRILALI NE OLGUNLAŞMASI BEN HALEN SINIF ARKADAŞLARIMDAN BAZILARININ İSİMLERİNİ ÖĞRENEMEMİŞTİM) “Sebebi biraz da sen ve senin etkilerin” diye de ekleyip zaten defalarca bıçaklanan ve iyileşmeye yüz tutan kalbimi tekrar kanattı. Geçiyorum.
Annem sakindi. Cenazeleri yönetme işinde her zaman o kadar iyidir ki o öldüğü zaman nasıl becereceğiz bizler, bilemiyorum. (Evet kendi annenizin ölümünü hayal etmek çok saçma ve gereksiz yere acı veren bir şey ama illa ki birimizden biri önce ölecek – umarım bu ben olurum – evet evlat acısı çok kötü bir şeydir eminim ama o acıyı çekmek istemiyorum, kusura bakma annem) Neyse, dediğim gibi, annem aklımıza gelmeyen resmi evrakları ve kalan her şeyi halletti yaklaşık 2 saat içinde ve evi toparlamaya başladık. Dedemler şehir dışında yaşadığı için ve memleketinde yaşayan tek çocuğu babam olduğu için cenaze tabi ki bizim –pardon- annemlerin evinde olacaktı. Her şey halledildi. Yurt dışında çalışan babam ve amcam için acil uçak biletleri ayarlandı. Cenaze geldi. İleriki saatlerde 2 amcam ve ayakta zor duran babaannem geldi. Hangi sırayla olduğundan tam emin değilim tabi, ilaçları gömmüş bana söylenenleri yapıyordum o sıralar.
Arada bir yerlerde bana defalarca, kibarca İstanbul’a geri dönmem gerektiği, babamla karşılaşmamam gerektiği söylendi. (kovuldum) Güzel bir şekilde bu önergeyi reddettim, haklı sebeplerden dolayı. Cenazede babaannemin tek kız torunuydum. Yanından ayrılmadım. İşim ona göz kulak olmaktı. İlaçlarını, açlık durumunu, hayati şeyleri ve onu rahatsız eden insanları uzaklaştırmaya adadım kendimi. Öğlen saatlerinde camiye gidildi. Etraf boşken yeşil tabutun yanına gidip vedalarımızı ettik, herkes inandığı Tanrıya dua etti. Namaz sırasında arka saflarda bekledik kadınlar olarak ve sonra herkesle beraber mezarlığa gittik. [Mezarlığın adı çok komik bunu paylaşmak istiyorum: Kaldırım Mezarlığı]
Hayatımda yaşadığım en hüzünlü şeylerden biriydi.
Günlüğümdeki yazımı buraya geçireceğim o gün için.