Bu ülkede, ülkemizde -düzgün- eğitim almak çok sıkıntılı bir şey. Her şey ilkokul sıralarında başlasa da, son olarak kaliteli bir üniversite eğitimi almak yaşamımız hakkında çok fazla etkiye sahip.
Bazı inançlarım var. Mesela ülkede gerçekten eğitim verip mezunlarını bunun ardından gözetmeye devam eden birkaç üniversite olması. BOUN, METU, ITU, Bilkent, Koç ve Sabancı hariç bunu yaptığını düşündüğüm kimse yok. Belli başlı üniversitelerin bazı bölümleri hariç, mesela İÜ Hukuk ya da Hacettepe Tıp. Bunlara ülkedeki 1. nesil üniversiteler diyebiliriz.
Daha sonra ortalamanın üstünde olan güzel üniversiteler var. İkinci nesiller. Bunlar KATÜ, Marmara, Mimar Sinan, Uludağ, Ege, Erciyes, Bahçeşehir, Yıldız, Ankara, Dokuz Eylül, Anadolu, Akdeniz, Yıldırım Beyazıt, Selçuk, On Dokuz Mayıs, Necmettin Erbakan ve muhtemelen adını unuttuğum bir iki tane daha.
Tabii Galatasaray, Özyeğin, TOBB, Kadir Has, Türk Alman veya İYTE’yi nereye yerleştireceğimi bulamadım. Muhtemelen gelişmekte olan üniversiteler olabilirler. Buradan 20 sene sonra onları da ilk sıralarda gördüğümde şaşırmayacağım isimler.
Bunlar haricinde üniversitelerde okuyanları tabi ki küçümsemiyorum. İnsanlar hangi üniversiteye gittikleri ile yargılanamazlar. En değişik isimli kalifiye olmayan üniversitede okuyan insan bile büyük işler başarabilir.
Ama biraz önyargım var diyebilirim yalan olmasın, mesela “çok büyük işler başarmışım, süperzekaymışım” gibi mütiş hissedip benimle aynı sıralarda okuyan ilkokul arkadaşlarımın ne bileyim KTO Karatay üniversitesinde okuduğunu öğrendiğimde çok garip tepki veriyorum. Veya benle flört etmeye çalışan birisini ikinci bu takdir ettiğim üniversitelerden birisinde okumuyorsa çok ciddiye alamıyorum. Hoş, BOUN-METU-ITU üçlüsünden özellikle flört yapmıyorum çünkü ne piçlikler döndüğünün farkındayım. (one night stand veya fuckbuddy konusunda gelişmişler, haklarını verelim-bu bazen kötü bir şey değil) Diğer üniversitedeki insanlar daha saf ve temiz oluyorlar. Ama gidip de Kıbrıs’ta burssuz okuyan birisiyle flört olamam içimden gelmiyor. Hem statü de önemli, her zaman. Ayrıca bu üniversitelerde okumayanlar direk şu cümleyle giriyorlar: Boğaziçinde okumak nasıl bir şey, iyi mi? Çok mu zekisin? Falan. Bunların yürümeye çevrilmiş halleriyle işte. Zoruma gidiyor.
Hayır tabi ki ben üniversitenin isminin benim önüme geçmesini sevmiyorum. Çoğu zaman en azından. Hatta kazandığım ilk günler, memlekette ailem beraber nereye gitsek BU KIZ VAR YA BU KIZ BOĞAZİÇİNİ KAZANDI diye geziyordu. Kasiyerlere bile anlatıyorlardı. Utanıyordum, sormadan söylemenin ne gereği var çünkü. Kasiyer eve gittiğinde “Var ya bugün markette Boğaziçini kazanan bir kız vardı” mı diyecek, ne bileyim öyle saçmalıklar. Ama bazı zamanlar da faydası dokunuyor tabi. İnsanlar normalde ciddiye almazken sonra ciddiye alabiliyor. O zamanlar kullanmayı seviyorum çünkü -özel davranılmaya alıştım- bu biraz etrafımdaki herkesin suçu. Biraz da benim. Genelde ne olursa olsun -apartment 23 diye bir dizi var oradan alıntılamaya çalışacağım- bacaklarımın arasında George Clooney varmış gibi yürürdüm.
Kendimi elimde olmadan üstün gördüğümde, yanlış giden bir şeyler olmadığında durup kendime hatırlatıyorum; sen mükemmel değilsin, sen daha hazırlığı bile geçemedin kendine nasıl tam Boğaziçili dersin, zaten kilo aldın, üstelik seni kendi baban bile sevmiyor kimse seni bu durumlar varken üstün göremez, en çok da sen üstün göremezsin, hakkın yok.
-Tabi ki kişisel özgüvenimle bunun alakası yok. Neredeyse 7 24 kendim hakkında özgüvenli davranabilirim dışarıya karşı. Açıkçası dışarıya karşı sahte mi davranıyorum yoksa cidden mi süperim bilmiyorum. Hastaneye girdikten sonra yapay olmanın anlamsız olduğuna karar verip doğal olmaya kesin karar vermiş ve bunu başarmıştım. Belki de o kadar iyi başardım ki, o kadar mükemmel ve doğal oldum ki yapay olduğum sanılıyor. Bu büyük bir ihtimal. Evet. Bir yerden sonra doğallık da yapay kaçıyor günümüzde. İnsanlara gülümseyince ne kadar yapay diyebiliyorlar, oysa ki gerçekten gülümsüyorum. –Tabi ki yapay davrandığım çok insan var ama bunun farkında olmak da bir şey. Mesela kampüs içinde Erhanı gördüğümde görmezden geleceğim ama o da beni gördüğünde gülümseyip hal hatır falan soracağım. Ama ölürse üzülmem. Pişman değilim.
Evet ne kadar mütiş ama önyargılı biri olduğumun tekrar üstünden geçtiğimize göre konumuza devam edebiliriz.
Eğitim.
1 Haziran 2018’deki nüfus sayımımıza(!) göre ülkemizde (KKTC hariç) 206 tane üniversite var. https://www.blogarti.com/turkiyenin-universiteleri-ve-universite-sayisi.html
Bu korkunç bir haber. Gerçekten, bir zengin üniversite açmaya karar verdiğinde birkaç tane üniversite mezunu ve bir apartman binasını kullanarak üniversite açabiliyor. Ve mezunları da tıpkı o yukarıda bahsettiğim iyi üniversiteden mezun olmuş insanlar gibi aynı şekilde üniversite mezunu sayılıyor.
Vov, düşününce nefesim tıkandı. Ya da astım başlangıcı. İkisinden birisi.
Neden böyle? Neden devlet buna izin veriyor? falan demeyeceğim. Sadece üzücü.
Hocalar kalifiye değil demiyorum. Gayet kalifiye insanlar var ülkemizde ve bunların çoğu akademisyenler. Kalifiye olmayanları da tabi olabilir, ama ben bunu düşünmek istemiyorum. Benim bu mini-yeni üniversitelerle sorunum şu: Öğrencilerin okudukları bölümle alakalı yetersizlikleri. Bazı öğretim üyeleri “zaten öğrenciler anlamıyor” diyerekten -biraz ben de öyle bir yerde öğretim üyesi olsam pes edip uygulayacağım tarzda- öğretmeleri gereken şeylerin lise versiyonlarını falan veriyorlar öğrenciye. Doğru üzgün dört işlem yapamayan öğrencilerin işletme okumaya karar vermesi kimsenin suçu değil? Bilmiyorum.
Pozitif bir şey olarak ösym tıp ve hukuk gibi bölümlere belirli bir sınır getirdi diye biliyorum. Ama kedinizi yetersiz bir veterinere götürmek istemezsiniz. Çocuğunuza eğitimi yetersiz bir öğretmen versin istemezsiniz. Doğru düzgün fizik öğrenememiş birisinin planlayacağı bir binada oturmak istemezsiniz. Vesaire. Tıpkı ehliyeti illegal olarak almış birisinin kullandığı arabaya binmek gibi. –BU OLUYOR, ülkede herhangi bir yerde rüşvet vererek ehliyet alabiliyorsunuz. Korkunç değil mi?
Bir diğer sıkıntım ise şu: Zeki ve başarılı öğrenciler pes ediyor.
Daha önce de güzel okulları bırakıp çekip gitmiş, basit bir şeyler tercih etmiş insanlarla tanıştım. Daha önce de Boğaziçiden mezun olup da başarısız olan insanlarla tanıştım. Ama..
İki gün ard arda METU terk iki arkadaşımla konuştum. Şans eseri. Geçen sene baktığımda gayet iyi gidiyorlardı. Üstelik bunlar benim gibi hazırlıkta kalmış insanlar da değildi.
Birisi bir mühendislikte okuyordu. Hazırlığı geçmiş, ortamın ve mühendisliğin ona göre olmadığına karar vermiş, karışık ve gereksiz olduğunu düşünüp başka bir şehirdeki bir tıpa geçiş yapmış. Dedi ki bana “sen de gelsene” -su çok güzel falan.
Diğeri de iktisat okuyordu, 3. sınıf. Sikerim bu işi diyerek memleketindeki üniversiteye dönmüş. Şu an 3.94 ortalaması ile çap peşinde koşuyor. Neden? dediğimde ise “zaten hiçbir yerde eğitim vermiyorlar, burası Türkiye. 2.50 ortalama için götümü yırtacağıma burada rahat rahat mezun olur, kendime güzel fırsatlar yakalayabilirim” dedi.
—bu konuda bir reklamlar/mola giriyorum. Üniversiteeğitimi için henüz bunun hakında bir fikrim olmasa bile üniversite önceki her türlü notlandırma sistemi için kesin bir fikrim var: KOLEJLERDE FAZLA NOT ALIYORSUNUZ. Tabi daha doğrusu, siz almıyorsunuz onlar veriyorlar. -Hani şey olur ya düşük not aldığında hoca düşük vermiş olur, yüksek olduğunda ben hak ettim aldım olur-
Nasıl mı? Görüşüm şu: Devlet fen lisesinde 80 ortalama ile mezun olan insan kolejden 99 ortalama ile mezun olan insandan daha çok hak etmiştir. SBS’ye girerken ben buna dertleniyordum. Ortaokulu kolejde okumuştum, ilkokulu devlette. Ortaokuldaki notların bolluğunu görüp devletteki arkadaşlarımın ne kadar götünü yırttığını fark ettiğimde ise bende şu oldu: ben bu notları hak etmiyorum. Bu notlar yüzünden yerleştirme puanım açıklandığında devlette okuyan benden daha başarılı olan daha çok hak eden insanların önüne geçeceğim, haksızlık yapıyorum. Bu yüzden KFL’yi kazanan 90 kişi içinden 25. sırada olduğumda kendimi daha çok 85-90 aralığında hissettim. Daha sonraları kendimi başarısız hissettiğim için başarısız oldum, o ayrı.
Ama sonunda lise sonlarında şunu fark ettim. Devlet evet belki size kıt kanaat not veriyor, ama en azından öğretiyor. Kolejde ise bol not alıp zor bilgi alıyorsunuz. Çoğu kolejde en azından.
Hoş, hocaya da bağlı ama bu genel geçer bir şey. Lisede koleje ilk geçtiğim zaman -ilk dönemin sonları- notlarım iğrençti, teşekkür bile alamayacaktım. 3. yazılılar geliyordu, 3. yazılıları orada yaptım. Ama tabi dönem ortasında geçince onların olduğu bazı yazılıları olmamıştım. Bir tane hoca bana yazılı kağıdını verip git bunu akşam evde yap getir demişti. Genel olarak o kadar yardımcı oldular ki bana -teşekkür ederim sağolun varolun ama üzücü yani- o dönem yaklaşık 65 olan ortalamam bi anda 85 üstüne çıkmıştı.
Ha tabi bu devlette olmuyor mu? Oluyor, NADİREN. Bunun da farkındayım. Bir keresinde yapmadığım proje ödevinden 90 almıştım, sırf hoca benim iyi satranç oynadığımı biliyor diye bence.
Neyse aynı şekilde birinci ve bazen ikinci nesil ve gelişmekte olan üniversitelerin notları kıt kanaat verip kaliteli eğitim sağladığını, diğerlerinin de tam tersi şeklinde hareket ettiğini düşünüyorum.
Ya da öğrenciye göre davranıyorlar. reklam/mola bitti—–
Bu arkadaşlarla konuştuktan sonra aklıma takıldı. Ben de mi değiştirsem şeklinde değil, zeki ve başarılı öğrenciler neden güzel üniversiteleri bırakır ve daha ortalama yaşamlar seçer şeklinde..
Evet, hiçbir türlü başarı yüzde yüz garanti değil. Ama buralarda şans ve imkan artıyor.
Bu sonucu daha çok ümitsiz görünen ülke geleceğimize bağlıyorum. Güzel, büyük şeyler başaramayacağını, başardığı durumda bile engelleneceğini bilen, kabullenen öğrenci diyor ki “kötünün iyisi olayım” ve kendine basit ve küçük bir alanda başarılı olmayı layık görüyor.
Bilmiyorum.
Cidden kimsenin eğitimine hakaret etmedim. Bazen şartlar bazı şeyleri gerektirebiliyor, biliyorum. Şartlar gerektirdiği için bunu yaşamak zorunda kalanlar için çok üzgünüm, ama şu an elimden bir şey gelmez, sadece üzgün olabilirim.
Ama eğer bırakmayıp devam edersek, biz şansı olanlar -umuyorum benim şartlarım da bırakmamı gerektirmeyecek- güzel ve herkese şans tanıyan bir memleket yaratabiliriz. Bir şeyleri düzeltmek için önce kendimizi düzeltmek gerekiyor ya, öncelikle umarım kendimi düzeltebilirim. Okulu bırakmam. Aşçı veya mimar veya danışman olmaya yönlenmem. Umarım.
x
Sizce sorun ne? Neden okulu bırakıyorlar, daha kolay şeyleri tercih ediyorlar?
Okul ya da eğitim sistemleri açısından deneysel şeyler var. İngiltere’de okul eğitim müfredatını öğrencilerle hazırlayan bir okul duydum. Bir de Avrupa’nın kimi ülkelerinde aile ilköğretim aşamasında tüm öğretim yöntemlerini üstlenip “evde öğrenim” gibi bir sistem uyguluyorlar, belirli sınav dönemlerinde çocuklar sadece sınav için okula gidiyor ancak ailede bir birey eğitim sorunlusu oluyor. Danışman hoca gibi.
Demek ki sadece bizim ülkede değil dünyada da eğitim bir anlamda yenileşme ya da alternatif arayış sıkıntıları var. Sorun bence teorik yaklaşım ile pratiğin uyuşmaması. Üniversite de okuyanların (hadi okula girdi okudu vesaire) 4. Sınıf sendromu diye bir durumu var. Okusa bir türlü okudu bitirince ne yapacak olayı. Durum tespiti genelde ailede genç ile dialog genelde çok sağlıklı değil. Bir de buna genç bakışın kaygı faktörü de binince duygusal tepkiler hedefleri erteletebiliyor belki.
BeğenLiked by 1 kişi