Hayvanlardan farkımız ne? Sırf bilincimiz olduğu için kendimizi hepsinden üstün görmemiz normal mi? Her insanoğlunun bilinci var mı?
Bence bazı insanlar bazı hayvanlardan çok daha değersiz. Tecavüzcüler, yalancılar, hırsızlar, katiller…
Yavrularını düşman sahasında(insanın olduğu herhangi bir yerde) dünyaya getirmek zorunda kalmış bir sokak köpeği, bir anne, yavrularının tehdit altında olduğunu hissedip bir yaşlı amcaya saldırırsa burada suçlu köpek midir, yoksa onun tehdit altında hissetmesine neden olacak davranışlarda bulunan insanoğlunda mıdır?
Pamuk benim en sevdiğim insanlardan biri, kendisi kedi ama bence tamamen insan. Nisan 3, 2018den beri beraber yaşıyoruz ve hiçbir zaman 48 saatten fazla ayrı kalmadık. Ev arkadaşım, çocuğum, bana aşık olan bir hayvan, sorumluluğum, hayatta kalma sebebim Pamuk. Bir de ben ağlarken götünü dönüp gitmese mükemmel olurdu.
Son zamanlarda -tamam yaklaşık 6 aydır- aklımda şu soru vardı: Pamuk’u kısırlaştırmalı mıyım?
Bu soruya genelde cevabım şu oluyordu direk: Ben, şu an çocuk yapmak istemesem bile ileride istediğim taktirde çocuk yapabilme ihtimalim olduğunu bilip mutlu oluyorum. Aynı şekilde şu anda Pamuşun çocuğunun olmasını istemesem bile ileride onun çocuklarını sevebilme ihtimalim de beni inanılmaz mutlu ediyor. Neden bu yeteneğini elinden alayım ki? Ben kimim ki bu kararı onun yerine veriyorum? Birisi bu kararı benim yerime verse mutlu olur muydum? (sonra da yüzümde minik bi sırıtışla onun hayatının aşkını bulduğunu, sarılarak uyuduklarını, çocuklarını yaladıklarını falan hayal ediyordum)
Geçen günlerde gene Bilge Ablamla konuşma fırsatım oldu. Kendisi doktorasını bitirmek üzere olan bir biyolog. Daha önce de bahsettiğim gibi, ailedeki ikimizi de tanıyan herkes benim onun minik kopyası olduğumu düşünüyor. Onun görüşleri benim için önemli çünkü hem birinci dereceden akrabam değil hem de gerçekten mütiş bir insan ve ona az da olsa benzemek benim için gurur verici. 3 kedisi ile yaşıyor. Kraliçe Badem, salak Naz ve bebe Lala. (şu sıralar minnak bir beyaz kediş de onlarla yaşıyor, Amsterdamdaki mükemmel yeni evine gidebilmesi için belgeleri hazır olana kadar) Onun kedileri benim için başlangıç kiti gibi bir şeydi. Badem beni-ve hiçkimseyi- sevmezdi. Bilge ablamın babası öldükten sonra ikisi beraber kaldılar kader ortağı gibi. Bilge ablamın gözünde o diğerlerinden değerli, biliyorum. O da Pamuk gibi. Sadece annesinin ona dokunmasına izin veriyor, o da canı izledikçe. Naz ise eşantiyon gibi bir şeydi. Salak. Cidden salak. O üçü içinden en sevdiğim Lala. Çünkü elimde doğdu sayılır. Doğduğundan 4 gün sonra ilk kez gördüm onu. Şimdi deve gibi oldu. Konuma geri dönersem Bilge ablam pek müsait değil ve genelde acil durumlar hariç bana cevap vermiyor bile.
Kısırlaştırma konusunda düşüncelerimi söylediğimde bana dediği şey kısacası: “Sen ciddi misin, bencillik etme Elif!” oldu. Bana dışarıda sürekli sürekli çoğalan kedileri anlattı ve her istek üzerine doğan kedinin onların yaşamalarına engel olduğunu falan açıkladı aşırı mantıklı ve atarlı şekilde. Biliyorum sokak kedilerinin üremesine engel olamayacaksak evdeki kedilerimizin üremesine engel olmamız gerektiğini, ama gene de belki bir gün diye düşünüyordum o zamana kadar.
2 gün sonra Pamuk Beyle veteriner yolundaydık. En sevdiğim şalıma işedi bu arada. Neyse, yıkanır, ondan değerli değil tabi ki. Önce kontrol ettiler, sonra bana bir kağıt imzalatıp bayılttılar. Erkek kedi kısırlaştırması o kadar zor değil, dişi kediye göre. 15 20 dakika sonra ameliyathaneye aldılar ve benim girmeme izin vermediler. (belki de verebilirlerdi ama o bağırırken bile çok kötü oluyorum ameliyatı mahvederim diye düşünmüş olabilirler, belki de mahvederdim)
Gergindim, yağmur yağıyordu, sigara içmeye çıktım. Veterinerde çalışan -veteriner olup olmadığını bilmediğim- çocuk da sigara içiyordu biraz konuşma fırsatımız oldu. Bu konuyu yazmaya o zaman karar verdim sanırım.
20 dakika kadar sonra tamamdı. Taşaklarına bağlı (mavi renk olmuş) bir gazlı bez, dil dışarıda, baygın, et torbası gibi çıkarttılar çocuğumu ve sıcak bir odada genişçe bir kafese aldılar. Bana akşam saatlerine kadar gözetimde kalacağını, benim gezip gelmemi söylediler. Orada durursam delirirmişim. Yani öyle demediler ama imadan anlayabiliyorum. Ben de çarşıya indim.
Yağmur, baya yağmur. Bir de gözümün önündeki Madoyu bulmak için o yağmurda ters yöne yarım kilometre yürümek. Sonra geri dönüp oturdum da biraz ısındım.
Bu arada Sarıyer Merkez’deki Mado’nun manzarası cidden güzel değil, bir daha sürekli gittiğim yer dışında Sarıyerde deniz manzaralı kafe aramayacağım.
Geri döndüm, ağlıyordu içinden çocuğum biliyorum. Söyledikleri saatten 3 saat kadar önce geri gelmiştim çünkü çocuğumu evimiz dışında yalnız bırakmayı sevmiyorum. Geriliyor. Aynı anası. Sarhoş gibiydi ve ne diyeceğimi bilmiyorum kıyamadım haline, oturup ağlayacaktım. Biraz daha durmasını teklif ettim ama işiniz yoksa buralarda götürebilirsiniz dediler. Hiç işim olur mu? Çocuğumu evinin rahatına götürmeliydim.
Yola çıkmadan önce kustu. Çok titiz olmayan biri olarak ben rahatsız olur diye altındaki bezi değiştirmeye kalktım. (sanırım bebeğim olursa her minnacık işediğinde bezini değiştireceğim için milyonlarca liralık bez harcayacağız) Yolda sesi soluğu çıkmadı. Eve gelir gelmez kafasına o şeyi taktım ameliyat yerine zarar vermesin diye. Onu taktıktan bir 30 saniye sonra tekrar kustu, ben ona su içirmeye çalışırken. Bu sefer kendini sol tarafına devirip dilini korkunç şekile dışarı çıkardı, ölüyor sandım. ANNEE diye bağırmaya falan başladım, yan komşunun kedisi olduğu için o biliyordur diye umarak kapısını çalmayı düşünürken elim telefona gitti veterineri aradım. Normal dedi. Kafasını kalorifere koyup uyumaya başladı. Bilge ablam normal dedi. Miyavlamadı. Su içmedi, şırınga vardı evde yavru kedilere su içirmek amacıyla aldığım, onu denedim, su damlalarından korktu. 24 saati geçkin bir süre oldu su içmeyeli. Sabaha doğru yaş mama deneyeceğim. Yatıyor yanımda, ameliyat izi pek hoş görünmüyor. Sanırım doktoru baya sorularımla taciz edeceğim. Bu arada baya para da harcadım ama Pamuk için böbreğimi de veririm yani sorun değil. Bebeğim. Hayatım benim.
Not: veteriner değil veteriner hekim, biliyorum.
Neyi anlamıyorum biliyor musunuz? İnsanlar neden böyle kısırlaştırılmıyor? İddia ettiğiniz ve benim de katıldığım üzere dünyada ve ülkemizde çok fazla kedi köpek sokakta yaşıyor ve sokakta yaşayan hayvan sayısını azaltmamız gerekiyor. (BUNU VAR OLANLARI ÖLDÜREREK DEĞİL OLABİLDİĞİNCE KISIRLAŞTIRARAK YAPMALIYIZ) Ama aynı şey insanlar için de geçerli değil mi? Sokakta yaşayan o kadar fazla insan var ki… Kesinlikle hakaret bazında demiyorum. Ama eğer sokak hayvanlarının kesinlikle yaşamaması gereken kitledenseniz kendinize bir sorun sokakta yaşayan, yağmurda karda üşüyen insanlar ne yapıyor, ne hissediyor, nasıl uyuyor. (en sevdiğim mevsim kış olacak, dışarıda üşüyen hiçbir canlı olmadığına emin olduğum zaman)
Sonuçta insan da bir cins. Hayvanların aşırı çoğalmasını ve bunun sonucunda sokağa düşmelerini, sokakta daha fazla çoğalmalarını istemiyor isek insanların da aşırı çoğalıp işsiz kalmasını, zorluk çekmesini, aç günler geçirmesini, sokakta kalıp dilenmelerini istememeliyiz. Bunun çaresi de devletin sıkı doğum kontrol politikalari olabilir. Özellikle doğuda çoğu insan “doğum kontrol” olarak sadece geri çekilme yöntemini biliyor. Bazı insanlar düzenli seks hayatları olmasına rağmen kondom nedir hiç duymamış, duysa da kullanmıyor. Çocuk aldırmak günah sayıldığı için istenmeyen çocukları da dünyaya getiriyorlar. Çocuk düşürmek için korkunç yöntemler kullananlar var. En kötü sonuç ise çocuğu doğurup gerçek anlamda bir kenara atmak oluyor bazenleri. Eskiden samanyolu tcde hep gösterirlerdi, cami avlusuna bir notla bırakılan çocuk. Ya da çöp kutusunun içinden gelen sese yavru kedi var diye baktığında yeni doğmuş bebek bulan. Böyle sonuçlar olmasa bile çocuğuna bakıyor gibi yapıp dilendiren, hırsızlık öğreten, ne bileyim sabah salıp akşam yatmak için eve alan… Korkunç aileler var.. Psikolojik sorunları olan… Genetiği bozuk olan…
Siz insanlar pittbulların saldırgan olduğunu düşünüyorsunuz. 🙂 Ben ise 10 yaşındayken aile dostumuzun POLİS KÖPEĞİ pittbulu ile oyunlar oynamış, yanaklarını bebekmişçesine sıkmış insanım. Aynı zamanda bu sene içinde pittbulların neden saldırgan olduğunu anlamama sebep olan bir çocukla tanıştım. Bana dedi ki: “Alıcan bi pittbull, koyucan karanlık bir odaya, sadece çiğ et ve su, iki hafta öyle bakıcan. Bak bakalım çıktığında ne kadar mükemmel bir köpek oluyo.” Ve bunu diyen insan Hisarüstünde oturuyor. Ve bu insan arkadaşlarımla arkadaş. Ve bu insan muhtemelen bunu demeseydi benim de arkadaşım olurdu.
Palu ailesi bilmemne hikayeleri dönüyor. (bunlar bence tamamen halkın odak noktasını asıl olması gerekenden uzak noktaya çekmek için şimdilerde gündeme gelen bir hikaye) Ama can alıcı noktası şu ki böyle aileler ülkemizde sandığınızdan daha çok varlar.
Genetik hastalıklar da çok önem arz ediyor halkımız için. Akraba evlilikleri sonucunda doğan çocuklarda ortak çekinik genlerin çocuk üzerinde baskın bir rol oynaması (güzel ifade edemedim ama olsun) çok tehlikeli bir durum. Veya genetik olarak baskın bir hastalık geni taşıyan bir insanın bu geni çocuğa geçirmesi olası. Genetik hastalıklar, sağlıklı insanlardan da hali hazırda hasta insanlardan da sonraki nesillere rahatlıkla aktarılabiliyor. Down sendromu gibi problemler de ortaya çıkabiliyor bir tarafın eşey hücrelerindeki yanlış bölünmeden kaynaklanarak. (ve bazı insanlar down sendromlu çiftlerin çocuk sahibi olmasına çok tatlı gözüyle baksa da bence eğer lab ortamında sperm ve yumurtanın genleri düzeltilmeyecekse yanlış) Şizofreni, bipolarlık, şeker, tansiyon, kanser, ve bir sürü hastalık maalesef genetik olarak aktarılabiliyor.
Kısacası benim düşünceme göre hayvanlardan tek farkımız bilincimiz yüzünden insanların özgürce, dikkatsizce ve sorumsuzca üremesine izin veremeyiz; hayvanları çok rahatlıkla ikinci kez düşünmeden kısırlaştırabilirken veya onların yaşama hakkını ellerinden alırken. Katiller, tecavüzcüler, genlerinde ortalamadan fazla genetik bozukluk taşıyanlar, deliler, down sendromlular, nesillerden beri psikolojik hastalığa sahip olanlar, hali hazırda belirli bir sayıda (mesela 4) çocuğa sahip olanlar, kendilerine yetemeyecek kadar muhtaç olan ve bakım isteyen insanlar, ve daha eklenilebilecek birçok tür birey kısırlaştırılmalı.
Belki de çok korkunç gelmiştir size bunları söylemem. Ama bizim hayvanlardan hiçbir farkımız yok. Besin zincirinde bilincimiz yüzünden/sayesinde bir anda tepeye çıkarak birçok canlının hayatını mahvettik. Ama artık biraz daha düşünceli olmalıyız. Onlar bizim malımız değil.
Ben burada et yememeliyiz, vegan olmalıyız, güneşten enerji almalıyız falan demiyorum. Bu arada son araştırmalarda bitkilerin de acı çektiği gözlemlenmiş gibi bir şey okumuştum vegan arkadaşlar geçmiş olsun artık cidden sadece su içmeniz ve güneşten enerji almanız gerekiyor.
7 8 ay vejateryan olmak zorunda kalmıştım ortaokulda. Yemekhanede o gün balık vardı ve kafasını kesmemişlerdi. O ölü balık arkadaşla göz göze gelip ne yapıyorum ben diyerek kaçmıştım oradan. (vejateryan diye mi yazılıyor hiçbir fikrim yok) Aylar sonra kendimi vejateryan bir birey olarak sağlıklı besleyemediğimi ve malum önemli proteinlerden geri kaldığımı fark ederek zorla et yemeye tekrar başlatmıştım, pek et olduğu belli olmayan etler, kıyma gibi. (annem yaptığım legal olan her şeyi destekler ve o aylar boyunca yardımcı olmaya çalışmıştı hiçbir şekilde zorlamadılar beni) Sonradan besin zincirini ve bazı ekstra şeyleri düşünüp et yemenin insanlar için doğal olduğunu kabullendikten sonra soluğu hamburgercide almıştım tabi ama hala çiğ eti elime alıp pişirmeye hazırlarken zorlanıyorum. Bu ayrı bir yazı konusu. Vejateryanlık? Sanırım doğru yazılışını da onu yazarken öğrenirim. Neyse.
Hayvanlara da hak edilen muameleyi göstermemiz gerekiyor. Evet hepsine yardım edemeyiz belki ama elimizden geldiğince deneyebiliriz. Özellikle kış aylarında yemek ve yaz aylarında su bulmak konusunda onlara yardımcı olabiliriz. Kısırlaştırıp ileriki nesillerin sayısını azaltabiliriz. Ama dediğim gibi, insanlar için de bu tip önlemlerin alınması gerekiyor.
Bakırköy Ruh ve Sinir’den öğrendiğim pek çok şeyden biri de şu: Eğer belirli bir geliriniz, stiliniz, kariyeriniz, yaşayacak yeriniz, fiziksel veya ruhsal sağlığınız yoksa sizi bir birey yerine koymuyor hiçkimse. Bu yüzdendir ki metroda dilenen çocuklara çoğunuz ikinci kez bakmıyorsunuz bile. Ben mi? Ben ağlamamak için bakmıyorum. Para vererek onlara yardımcı olamayacağımı biliyorum.
Çok uzadı konu. Kontrol edip tekrar bu konu hakkında üzülmek bile istemiyorum, direk yayımlıyorum.
Hepimizin bir gün huzurlu bir dünyaya, huzurlu bir ülkeye kavuşması dileği ile…
elif
Naziler, 2. Dünya Savaşı sırasında, engelli, akıl hastası, kronik hastalıklara sahip iyileşmesi mümkün olmayan kişilere yönelik ötenazi programı geliştirdi. Hastaları barbitürat gibi zehirlerle öldürdükleri fark edilince uluslararası kamuoyunun tepkisinden çekindiler ve besin değeri minimize edilmiş yiyeceklerle besledikleri hastaların açlıktan ölmelerini sağladılar. Bu yollarla beş yıl içinde yanlış anımsamıyorsam iki yüz bine yakın insan öldürüldü. Amaçları ari ırkın genetik olarak da mükemmelleşmesiydi.
Günümüz think-tanklarında konuşulan konulardan biri, gezegenin kaynaklarının sınırlılığı, buna karşılık da insan nüfusunun fazlalığı. İlk etapta nüfusun üçte ikisinin fazla olduğu konuşuluyor olmasına rağmen, sayının sekiz yüz milyona kadar düşürülmesi gerektiğini savunanlar da az değil.
SARS, Ebola, AIDS gibi ufak tefek yoklamalarla neler yapılabileceğine şöyle bir baktıkları fısıldanıyor; lakin hala ucuz iş gücüne ihtiyaç duydukları için, an itibariyle yaşanacak toplu ölümler, hayatı da kontrol eden bazı egemenlerin! şu an işine gelmiyor yalnızca.
Yani birileri zaten bu konuda kendini karar noktası olarak gördüğünden, düğmeye basacağı tarihin olgunlaşması için sabırsızlanıyor. O gün gelip de, eğer hala hayatta kaldıysak, sevdiklerimizin mezarlarını kazarken neyin doğru olup olmadığını düşünmek için bolca vaktimiz olacaktır.
BeğenLiked by 1 kişi